Adnan Sokullu, 1929'da liseyi bitirdiğinde posta telgraf mühendisi yetiştiren PTT yüksek okuluna başvurur. Sonra dış ülkelerde öğrenimi için açılan iki sınava girer, ama yerini garanti etmek içinde Yüksek Mühendis Mektebi'ne (bugünkü İTÜ) yatılı olarak girer. Bir süre sonra Milli Eğitim Bakanlığı'nın bursunu kazandığı belli olur. Fizik öğrenimi için Almanya'ya gider.
1935 sonlarında Teknik Fizik Yüksek Mühendisi olarak, İstanbul Üniversitesi Fizik Enstitüsü'ne Prof. Dr. Harry Demper'in yanında asistan olarak göreve başlar. Sonra doçent olarak atanır. Doktorasını daha sonra yapar. O sırada Fizik Enstitüsü'nde iki ekol bulunmaktadır: Fransız ve Alman ekolleri. Sokullu Alman ekolündendir. 1941 yılında Prof. Demper'in Amerika'ya gitmesi ile işler Sokullu üzerine kalır ve 1946'da Zürich'te Prof. Mayer'in yanında kadrosuz profesör olarak çalışan Kurt Zuber'i İstanbul Üniversitesi'ne getirir. Prof. Zuber'in Fizik Enstitüsüne gelmesi ile birlikte İstanbul Üniversitesi Prof. Zuber'in yetiştirdiği öğretim üyeleri ile Ultrases de dünyanın en başarılı merkezlerinden biri olur ve burada bu konuda en iyilerden biri olan da Adnan Sokullu'dur. 1960'da Wesern Reseve Üniversitesi'nin daveti ile Amerika'ya gider.
O hikâyeyi de hocanın ağzından dinleyelim: "1950'lerde Amerika'da Ultrasesi tıpta bir diyagnostik aracı olarak kullanmak için bazı teşebbüsler başlamış, 1959 senesinde bir doktor ultrases ışını ile gözü tarayıp derinlerden eko alıyor ve sonra bu ekoyu ossiloskop ekranında görünür hale getirerek göz içi hakkında bilgi ediniyor. O zaman radar tekniği gelişmiş, yansıyan sinyallerden bir ekogram çıkıyor. İşte bu yeni konuya Wesern Reserve Universitesi, Tıp Fakültesi de girmek istemiş. Böyle bir konuya girmek için ultrases bilen tecrübeli bir fizikçi gerektiği bilincindeler. Tecrübeli bir ultrasesçi bulamayınca Avrupa'ya yönelmişler ve benim adımı Viyana Üniversitesi profesörlerinden birinden almışlar. Aslında o da beni sadece yayımlarımdan tanıyormuş. "
"Günün birinde o Tıp Fakültesi'nden bir mektup aldım, bize gelebilir misin diye. Ben klasik ultrases yapıyorum, yani tecrübem filan var ama hiçbir uygulamam yok. Gideriz, beceremezsem dönerim, havası içinde kalktım gittim. Ve gidiş o gidiş, üç yıl kaldım. Sanırım ilk zamanlar, çevrede dedikodular oluyormuş, "bula bula Türkiye'den mi adam getirdiniz" gibilerinden. Sık sık bana gelip "çabucak bir şeyler yap da tenkitçilerin ağzı kapansın" diye ikazda bulunuyorlardı. Sonra bir gün, gözü şişmiş bir hasta var hastanede, nedenini bulamıyorlar, acaba senin yaptığın cihazla gözün içini ve arkasını görebilir miyiz diye sorarak, şunu bu hastaya uygular mısın dediler. Telaşlarını fark ettiğim için kabul ettim.
"Aletleri tekerlekli bir masa üzerine monte ettikten sonra hastaya gittik. Hastanın gözü şiş ve kapalı. Göz kapağı üzerinden gözüne ultrases tatbik ettim ve transduseri değişik yönlere çevirirken, bir de baktım bir büyük bir eko geliyor gözden. Sağdan gönderiyorum dalgayı, sonra soldan gönderiyorum, fakat eko hep muayyen bir yerden geliyor. Yeri gayet belirgin, gözün sol tarafına doğru içerde göz arkasında bir yer. Tereddütle göz arkasında yabancı bir madde var diyorum. Metalik bir şey. Metal olması, tabi tahminden ibaret. Çünkü hedefin bu kadar büyük eko verebilmesi için metal bir parça olması gerek. Tahminime güvendiler ve hanımı ameliyata aldılar. Gözün arkasında bir ince telden klips buldular. Hanım bir yıl önce bir göz ameliyatı daha geçirmiş ve klipste o zaman unutulmuş, o çıkınca kadın düzeldi ve benim de itibarım muazzam yükseldi.
"O zaman için böyle bir teşhise varmak, ilk defa oluyordu ve müthiş bir şeydi. Bu vakadan sonra Amerikan devleti yardım elini uzattı ve Sağlık Bakanlığı'ndan araştırma fonu almaya başladım ve bu yardım 17 sene sürdü. Bu 17 sene içinde üniversiteden bir kuruş almadan devletin verdiği fonla hem laboratuvarımı kurdum, hem kendi maaşım aradan çıktı. Hem de yanımda çalışan 10-12 mühendis ve teknisyenin ücretlerini ödedim."
Profesör Sokullu, 1953-54 yıllarında Fen Fakültesi'ne bağlı bir araştırma merkezi kurup, yanına genç öğrencileri de alarak, Ankara Polis Radyosu'nun verici ve stüdyosunu, İstanbul Fen Fakültesi radyo istasyonunu kurmak, Ankara-İskenderun telsiz-telefon bağlantısını, polis için gizli vericilerin yerlerini bulmak için özel alıcalar ve hastaneler için bazı cihazlar yapmak gibi birçok başarılı çalışmalarda bulunmuştur. Profesör Sokullu, Wesern Reserve Üniversitesi'nin ısrarı ile 1965'de tekrar Amerika'ya döner. 1977'de kesin dönüş yaparak Tubitak Marmara Araştırma Merkezi Müdürlüğü görevini üslenir. 1980'e kadar bu görevi sürdürür. 1980'de ENKA şirketinden bir araştırma merkezi kurmak üzere teklif alır ve bu şirkette bir ekip kurarak başarılı çalışmalar yapar. 2005 yılında vefat eden Sokullu, memleketimizde fiziği endüstriye uygulayan en iyi fizikçi olarak bilinir.