Ali bahçeye oynamaya çıktı. Canı çok sıkılıyordu. Aklından “Bir arkadaşım olsa da oynasam !” diye geçirdi. Bu sırada önüne bir şey düştü. Ali önce korktu. Sonra düşen şeye doğru baktı. Bir de ne görsün? Bu bir güvercindi.
Zavallı kuş yaralıydı. Kanadı kanıyordu.
Ali kızarak “Kuşlara taş atan yaramaz çocukların işidir bu!” dedi.
Güvercin çırpınıyordu. Ali’nin başına şimdiye kadar böyle bir şey gelmemişti. Yaralı bir kuş nasıl iyi edilir, hiç bilmiyordu. Aklına dedesi geldi. “Dedem bilir; onu çağırayım” diye düşündü.
Hem dedesi ona ikide bir “Ben her şeyi bilirim. Çünkü yaşlıyım. Şimdiye kadar çok şey gördüm, duydum ” demez miydi?
Gerçekten Ali’nin dedesi yaralı bir güvercinin tedavisini biliyordu. Önce kuşun kanadını temizledi. Yaralı yere ilaç sürdü. “Şimdi işimiz beklemek. Ya ölür, ya yaşar ” dedi.
Bir yandan da güvercini avuçlarına aldı. Sonra ona dikiş sepetini boşaltıp rahat bir yatak yaptı.
Ali dedesine “Ne olur dede, güvercin benim yanımda kalsın!” diye yalvardı.
Ali o gece sabaha kadar uyumadı.Güvercinin başında bekledi.
Sabah oldu. Horoz uzun uzun öttü. Ali biraz dalmıştı ki yerinden sıçradı. Hemen güvercine baktı.
Güvercin ayağa kalkmış, gagasını “tak tak ” diye sepete vuruyordu.
Dede de merak edip koştu. Manzarayı görünce çok neşelendi.
- “İyice iyileşti. Çünkü karnı bile acıkmış” dedi.
Ali mutfağa gidip kuru ekmek getirdi. Ekmekleri ufalayıp güvercine yedirdiler. Güvercin keyifle ötmeye başladı.
Ali ile dedesi sevinçle kucaklaştılar. Artık Ali’nin yeni bir arkadaşı vardı.